Hani birçoğunuz bilir; eski küçük telefon defterlerini evde eşyalarımı karıştırırken eski defterlerden birini buldum. Artık cep telefonları, sanal medya her ne kadar unuttursa da hep bir başkadır o defterler.
Beni yıllar öncesine götüren bu defteri karıştırırken yıllarca görüşemediğim, telefonunu kayıp ettiğim arkadaşlarımı, dostlarımı aramaya başladım. Birçoğunda ya başka kişiler açtı,“yanlış oldu böyle biri yok” dediler. Muhtemelen numara başkasına satılmıştı yâda “bu numara kullanılmamaktadır.” deseler de ben ısrarla diğer arkadaşları aradım.”-Alo Bekir bey” dedim. “-Buyurun benim” dedi ama bu ses Bekir abinin sesi değildi ve kesik kesik inlemeye başladı. “-Bekir abi Nihat ben dedim” daha gür bir sesle “-Nerdesin be Nihat’ım” dedi. Yıllar öncesinde tanırım Bekir abi telefonunu kayıp ettim ne bilim belkide isteseydim bir şekilde bulurdum numarasını malum hayat bu herkes bir şeylerin peşinde koşar durur. Birde bakmışsın yıllar uçup gitmiş. Giden sadece zaman değil; bedenindinçliğin aynı zamanda ruhunun gönlünün isteğide söner gider.
Bekir abinin koyu renk gözlerinde soru dolu ifadeler vardı, kollarını göğsüne kavuşturur yüzüne düşen saçlarını elleriyle geriye doğru iterdi. Sesini anlımda hissettiğim bahar rüzgârları kadar yumuşak bir ses tonuyla soru sorardı bana. Ders anlatırken ciddiyetini kaybetmezdi. Her ne kadar ilkokula giden haylaz çocuklar gibi haylazlık yapsam da hep yarım kalmış bir gülümsemeyle karşılık verirdi haylazlığıma. Muhasebeyi Bekir abiden öğrendim. Çok üst düzeyde bir muhasebe bilgisine sahip olsa da, o hep başka işler yapmak istedi. Hatta bir keresinde bir firmaya sırf muhasebeyi sevmediği için tahsilatçı olarak girmişti.Ancak muhasebe müdürünün yaptığı yanlışları sürekli söyleyince fark etmişler ki Bekir abi çok iyi bir muhasebeci ve başka bir firmaya muhasebe müdürü olarak göndermişlerdi.
Bekir abi Sütlüce’de otururdu. Sütlüce çirkin binaların işgal etmesine rağmen güzel yanı,İstanbul’un bir çok tepesini boydan boya gören hatta güneşin batışı sütlücede bir başka izlenirdi. Haliç’i kuşbakışı gören sütlüce kim bilir kaç balıkçı teknesi gecenin bir saatinde ya da sabah herkes uyurken çıkardığı münasebetsiz bir gürültüyle uyanmış olmalı ki beni aradı sabahın bir saatinde. Bekir abi hiç evlenmemişti, annesiyle yaşıyordu. Birkaç ay önce ilk aradığımda hal hatırdan sonra Hatice teyzeyi sordum,” o şimdi cennette” dedi. Ağlamaklı bir ses tonuyla birkaç ay önce kaybetmişti. Yıllarca felç yattı Hatice teyze. Sesi çok kötüydü Bekir abinin. “Özledim seni be Nihat’ım gel dedi; bugün gelemem dedim Bekir abi Edirne’ye gidiyorum. Ama dönüşte saat kaç olursa olsun mutlaka gelirim dedim.” Malumunuz yaklaşık bir yıldan beri süt işine girdik. Sütçüler arasında bir söz vardır: “Düşmanın varsa beddua edin sütçü olsun.”Neredeyse bir yıldan beri ne gecemiz ne gündüzümüz belli. Bu arada konu açılmışken başta site editörümüz Mahmut bey nezdin de tüm yazar ve site takipçilerinden bu gecikmelerim için özür dilerim.O gün Edirne yolunda hep Bekir abiyi düşündüm.Gece saat 01:00 de ancak dönebildim çok yorgundum. Bekir abiye söz vermiştim arabayı park ettim arabayı kullanacak takatim bile yoktu. Bindim bir taksiye sütlüceye doğru gittim. Eve vardığımda ışık yanmıyordu ısrarla kapı çalmama rağmen kimse kapıyı açmadı. Telefon açtım, telefonu çalıyor ancak cevap yoktu..İçimde fırtınalar esmeye başladı. Keşke dedim Edirne’ye gitmeseydim. Keşke sabah uğrayıp öyle gitseydim ama artık keşkelerin bir önemi yoktu.
Haliç’e doğru yürümeye başladım. Gecenin nemli serinliğini dışardan tutmak nemli havayı ciğerime çekerek yürüdüm. Artık yorgunluğu bile hissetmiyordum. Önce apansız çıkıveren rüzgâr, ardından çıkan şimşeklerin uğultusu ama ne karabulutlar nede gökyüzünü parçalayan şimşekler nede bardakta boşalırcasına yağan yağmur umurumda değildi. Bir esinti çarptı yüzüme deniz kabuklu nemli bir esinti.. Bu acımasız dünyanın dışında daha güzel, daha iyi, daha anlamlı bir hayat var sanki. Ansızın çalan telefon gecenin sessizliğini bozdu telefonun ucunda “Bekir abi nerdesin dedim Bekir abi Okmeydanı hastanesindeyim dedi.” Sabah rahatsızlanmış komşular hastaneye kaldırmışlar. Gittiğimde Bekir abi çok halsizdi, beni görünce kalender bir ifade ile derinleşti gözleri,“ iyimisin Bekir abi? Dedim. Manidar bir ifade ile başını salladı. İyisin dedim tabi turp gibisin hepi topu kaç saat önce görüştük daha, sesin iyiydi ne oldu öyle hasta numarası yapmak, yok öyle yatmak. Halsizdi, su istedi su aldım ancak birkaç yudum içebildi. Minnettar bir gülümsemeyle başını salladı. “Abi yiyecek bir şey” dedim, cahilliği hoş görüyle karşıladığını belirten kalender bir anlam canlandı yüzünde.Bekir abiye karşı görevimi yerine getirememenin ezikliği gölgelendi yüzümde.. Keşke dedim Edirne’ye gitmeseydim, keşke sabah çağırdığında gitseydim..Bekir abinin gözleri kapanmıştı ben uyuduğunu sanmış olsam da,ertesi gün öğrendim Bekir abiyi yoğun bakıma aldıklarını. SongörüşmemizdiBekir abiyle. Bekir abi karaciğer kanseriydi. Uzunca bir süre direndi ama hayat bu.. Ölümde tıpkı evlilik gibi, doğum gibi yaşamımızı tümüyle değiştiren, hayatın anlamını bir kez daha düşündürmeye çağıran olaylardan biridir. Yüreğimi usulca ele geçiren o ağır ve hüzünlügeceyi unutamadım.
Beş gün sonrasında kaybettik Bekir abiyi. Çok erken oldu be Bekir abi daha çok konuşulacak, tartışılacak, öğrenilecek çok şey vardı be Bekir abi… çok sonra öğrendim ki; yarınlar herkes için çok geç.Siz hiç sevdiklerinizi kaybederken geç kaldınız mı bilmem ama ben geç kaldım. Güle güle Bekir abi… Güle güle hocam nur içinde yat…
FACEBOOK YORUMLAR