Son yazdığım köşe yazımın başlığı, içinde yalnızlık kelimesini barındırıyordu. Belki de bilinçaltımda birikmiş olan sorunlar yumağının dışa vurumuyla yazılmıştı o yazı.
Yalnızlığı yenmenin çarelerini yazımın cümleleri içerisinde ararken, içinde yaşadığımız ortamın gerçekliği cümleleri oluşturan kelimeleri seçerken adil davranmadığımı gösterdi bana. İnsan doğruları yazarken, kendine acı veren doğruları değiştirmek için çeşitli yollar arar. Sanırım o yazımda beklentilerimi karşılasın diye yalnızlığın hayat içerisinde değiştirilebilir bir kuralı olduğunu düşünmüştüm.
İtiraf etmeliyim ki; Hınıs’ta gün geçtikçe yalnızlaşıyoruz. Ebediyete göçenler ve ilçeden gidenler o kadar çok ki, sohbet edeceğimiz kimse kalmamış. Bu yalnızlık hissi ister istemez geçmişi yâd ettiriyor insana. Geçmişi düşünmeye anıları tazelemeye mecbur kılıyor insanı. Ancak; anıları tazelemek hep huzur vermiyor insana. Öyle güzel günler yaşamışız ki Hınıs’ta, anımsayıp düşünmek gerçekten insanın kalbini yoruyor. Hayıflanıyoruz geçen günlere. Neden şimdi bu tür şeyleri yaşayamıyoruz diye.
Neler değişmiş neler.
Çocukluğumuzun geçtiği Gurgure hırçınlığını yitirmiş artık. Anlaşılan yıllar onu da yormuş. İlgisizlikten durgunlaşmış.
Kanyonlarda dolaşırken derenin sesiyle insana huzur veren o güzellik çöp yığını haline gelmiş.
Dükkânların içinden kara lastik kokusu gelmiyor artık.
Kahvaltının vazgeçilmezi olan teneke kutulardaki helva yerini salam, sosis gibi gıdalara bırakmış.
Yemekler artık bakır tencerelerde ve odun ateşinde yapılmıyor. Derecesini ayarladığımız mikrodalga fırınlar var artık.
Sobalarda artık tezek yanmıyor. Şimdilerde kalitesini soruşturduğumuz ithal kömüre rağbet daha fazla ..
Çocukken oynadığımız dillor,vit,kor sıçan, birdirbir gibi oyunlar oynamıyor artık. Şimdi İnternet oyunları revaçta.
Kamyonlardan tonlarca malzemeyi sırtıyla boşaltan Abdullah dayı ihtiyarlamış. Şuan kendi bedenini taşıyacak akülü arabaya ihtiyacı var.
Miro çalışamıyor artık. Ona buna el açar olmuş.
Öğrenciler eskiden kütüphanenin vazgeçilmez serisi olan Meydan Larusse’u unutmuşlar. İnternet Larusse’u keşfetmişler.
Leğenlerde yapılan banyolar şimdilerde duşa kabinlerde yapılıyor. Kemik taraklar yerini çeşitli şekillerdeki fön makinelerine bırakmış.
Kırçik’in ismi kapuska olmuş. Buram buram tazelik kokan hormonsuz sebze yemek hayal olmuş.
Tandırlardan taze ekmek kokusu gelmiyor artık. Köylerde yaşayanlar bile hazır ekmek alır olmuş.
Mevsimlerde bu değişime ayak uydurmuş. Kar yağmaz olmuş memleketime. Metrelerce karda atların çektiği xızekler yerini paletli araçlara bırakmış.
Hınıs- Erzurum arasında yolcu taşımacılığı yapan üç otobüsün yerini onlarca minibüs almış. Her ne hikmetse o zamanki güveni, vermez olmuşlar.
Tüm bunlar yetmezmiş gibi eski dostluklar eski arkadaşlıklar bitmiş artık.
Velhasıl Hınıs’ı Hınıs yapan tüm değerler yok olmuş.
Hacı Ahmet’in kahvesi, Yaşar dayının veee ile biten kükreyişi, Şaban’ın lokantalardan zoraki istediği yemek, Hınıs gençlik'in o şaşalı dönemindeki yeşil kırmızı forması, Lazların komundaki farklı kültürden yaşayan insanların, Nihat xelfe’nin ve oğlu Faruk BAKIŞKAN’ın olmadığı bir Hınıs’ta yaşamak ister mi insan.
Ramazan ayında her kesin önünde yiyilip içilmediği, fakirin gözetildiği, ahde vefanın olduğu, başkasının namusuna saygı duyulduğu bir Hınıs yok artık. Sizce bu şartlarda Hınıs’ta yaşanır mı?
Kişisel menfaat için yanlış olduğunu bile bile tüm değerleri üzerine hiç sıkılmadan yemin etmek moda olmuş. İftira, dedikodu had safhaya ulaşmış. Sizce böyle bir toplumda yaşamak ister mi insan?
Şimdi içinizden “bu tamamıyla değişen dünyanın getirdikleri “dediğinizi duyar gibiyim.
Bende size yüksek sesle sorayım. “Kültürümüzden yoksun, dostlukların bittiği bir yerde yaşamak ister mi insan?”
FACEBOOK YORUMLAR