Mahmut ABİŞ

Mahmut ABİŞ

[email protected]

Hınısı Benimle Birlikte Dolaşmaya Ne Dersiniz?

22 Haziran 2010 - 00:00

Hınıs’ı dolaşmaya karar verdim bugün. Hazır zamanım varken.
                Bahçe mahallesinden başladım dolaşmaya. Tarihi dere camisin olduğu yerden geçerken yapıldığı o anı yaşadım. Nice zahmetlerin yaşandığı yapanların belki de bittiği anda gurur duyduğu anı hayal ettim. Uzun ve dik yamacında dolaşırken tarihi kalenin girişini gördüm. İçinde dolaşmak istedim usanmadan. İçinde hangi gizemleri barındırdığını bilmeden.
 
                Bahçe mahallesine çıktım Hınıs’ı seyrettim en yüksek tepesinden.İlçe, heybetli görünüşüyle ayağım altındaydı. Sonra mezarlıkların oradan Kolhisar deresine geçtim. Sarp kayalıklardan inerek. Çermikten şifalı su içtim. Şarıl şarıl akan derenin ruhumu dinlendirmesini insana verdiği huzuru yaşadım. Rengârenk çiçekler içerisinde mis gibi kokularla yaşadım iç huzuru.
 
                Sarılı deresine geçtim.Top oynayan gençlerin hırsına şahit oldum. Şampiyonluk maçına çıkmış gibiydi halleri. Oltasını dereye salmış pür dikkat balık tutmakla meşgul olan gençlerin sabırsızlığı gözlerinden okunuyordu. Berrak bir şekilde akan su ve yemyeşil bir ortamda semaverde demlenmiş çayı hayal ettim o an. Biraz yürüdükten sonra tarihi değirmenin yanına geldim.Biraz dinlenmek için oturdum.
  
               Nice insanların zorlu bir uğraş sonucunda elde ettikleri mahsullerini öğüttüğünü düşündüm. Buğdaylarını öğütenlerin alnındaki teri silerken, o anki gururunu ve mutluluğunu yaşadım. Hayvanlarını otlatan ve o anda namazını kılan yaşlı amcaya  takıldı gözlerim. Namazı bittiğinde durmadan hemen yanına gittim.Yüzündeki kırışıklıkları ve yılların vermiş olduğu zor yaşam şartlarından çektiği acıyı bende yüreğimde hissettim.Yaşlı amcanın nasırlı ellerini gizlemeye çalışmak istemesine rağmen gizleyememesi gözden kaçmıyordu.Ancak her şeye inat mutlu olduğu hissini vermek çabası vardı gözlerinde.Yaşlı amcayla yapmış olduğumuz kısa bir sohbetin ardından kalkıp yürümeye devam ettim.
 
                  Peyik deresine geçtim. Köprünün tam karşısında küçükte olsa bir köy oluşturulmuş. Nabi BİNGÖL’ün ilçenin karmaşıklığından uzaklaşmak için yapmış olduğu evi ve ekmiş olduğu fasulyelerle haşır haşır neşir halini izledim. Tüm dünya ile ilişkisinin kesildiğini ve kendini tamamen fasulye tarlasına verdiğini gördüm. Ağarmış saçları ve yıllarca memurluk yaptıktan sona belki dinlenirim diye atıldığı işin zahmetiyle “bana dinlenmek haram” diye yakındığını hissettim.
 
                    Uçsuz bucaksız ağaçlıkların arasında, ara ara ailece piknikte olanlar ve balık tutanları izlerken pür dikkat beni inceleyen yılan adrenalinimi yükseltse de, birbirimize zarar vermeyeceğimizi anladığımızdan yollarımızı ayırdık ve ben yürümeye devam ettim.Sonra dere kenarında ailesiyle piknikte olan bir arkadaşıma rastladım. Sarılı deresinde hayal ettiğim semaverde demlenmiş tavşankanı çay uzatırken mütevaziliği bırakıp yok diyemedim. Kısa bir sohbetten sonra boyumca uzamış otların arasında ilerledim. Kilisederesine kadar yürüdüm.
 
                   Mahallenin alt tarafında Kısıktan gelen suda yüzmeyi düşündüm. Hemen soyunup suya girmekti düşüncem ancak çocukluk yıllarındaki gibi kolay olmuyordu. Ya buralarda ailesiyle dolaşan birileri beni bu halimle görürse ne düşünür diye içimden geçirip vazgeçtim bu düşüncemden. Olsun yüzmesem de soğuk suyunda karşımda tüm heybetiyle Şahin tepesi vardı orada soluklanır sonra doğduğum mahalle olan Karakulaya geçerim dedim kendi kendime.
 
                   Şahin tepesine çıktığımda sert esen serin rüzgârın etkisiyle biran rahatladım. O serinlik içerisinde oracıkta uyumak istedim. Bu düşünceme de mahallenin çobanı engel oldu. Yüze yakın büyükbaş hayvanı önüne katmış, sanki oda serinlemek istermiş gibi Şahin tepesinin doruğuna doğru ilerliyordu.
 
                    Toparlanıp küçük yaşlarımızda Emin BAKİ ve diğer arkadaşlarla savaş oyunları oynadığımız, Şahin tepesinin dik yamacından aşağıya inerken anılarımı tazeledim. Yamaçtan yukarı çıkarken elimizdeki mızrak ve oklarla ALLAH ALLAH sesleriyle yukarıya tırmanışımız ve tepeyi teslim alışımız canlandı gözlerimde. Kısa bir duygu selini yaşadıktan sonra Kilise deresinden Kara kulaya doğru yol aldım. Tepeyi çıktığımda rahmetli Hacı Hakkı Baki’nin arıcılık yaptığı dönemde yapmış olduğu küçük kulübe çıktı karşıma. Rahmetliyle birlikte miadını doldurmuş ve yıkılmaya yüz tutmuş hali içimi acıttı. Kulübeyi geçtikten sonra karşıma yemyeşil bir vadi çıktı. Otların hafif rüzgârla dansı ve rüzgârın sesiyle uyumlu bir orkestra gibi insanın içini rahatlatan ve huzur veren bir ortamda yol almaya devam ettim.
 
                   Uzun bir yürüyüşten sonra mahalleye geldim. İnsanların elbirliğiyle çalışmaları çocukların oyunlarında birbiriyle bağrışmaları arasında karşımdaki mezarlığa geçtim. Ölenleri bir bir geçirdim hayal penceremden hangisine üzüleyim diye düşündüm bir an. O kadar genç yaşta yatan vardı ki. Belki duyarlar diye hepsinin mezarını tek tek dolaşıp dua ettim. Konuştum bazılarıyla cevap alamadığım halde. Bir umuttu benimkisi duyuyorlardır mutlaka beni diye düşündüm.   
                         Mahallenin içinde dolaşırken doğduğum eve gittim. Babam biz küçükken çıkmıştı mahalleden. Evimiz yıkılmış sadece taşları kalmıştı. Üzülmedim değil hani. Gerçi çok eskiden yıkılmıştı ama ben en azından kalan bir odayı görmek isterdim.
 
          Buraya kadar gelmişken Rüştü Efendinin komuna gitmemek olmazdı elbet. Kara kuladan yavaş yavaş Koma doğru yol aldım. Dere boyunca ilerlerken buz gibi gözelerden soğuk sularından kana kana içtim. Gurgureye kadar hiç durmadım. Gurgure; çocukluğumuzda bizim için bazen korku duyduğumuz (boğuluruz diye) bezende fırsatını bulduğumuzda mesken edindiğimiz yerdi. Kilise deresinde  yüzmeye fırsat bulamamıştım ancak burası çok ideal bir yerdi. Hemen üzerimdekinleri çıkardım ve atladım Gurgurenin coşkun sularına. Yaşadığımız zamana inat yüzdükçe yüzdüm. Sanki bir şeylerin acısını çıkarırcasına. Öyle ya yıllardır derelerde yüzmemiştim. Sudan çıkıp sarp kayaların içerisinden düz bir kayayı seçtim ve boylu boyunca uzandım sıcak kayanın üzerine. Yarım saat kadar öylece kaldıktan sonra giyinip koma gittim.
 
               Yemyeşil sık ağaçlıklarla kaplı muhteşem bir görüntü. Ağaçların arasından geçen su manzarayı tamamlıyordu. Biran büyükşehirleri düşündüm.Kendi kendime “Ne güzel memleketimiz var. Aslında çok ama çok şanslıyız “dedim. Gerçekten oksijen o denli var ki insanın içi açılıyor. Rahatlıyor insan. Mevla bunca güzellikleri sunmuş bize. Biz ise bu güzelliklerin farkında olmayıp ihanet ediyoruz bu güzelliklere. 
              Derken akşam olmuş karanlık çökmek üzereydi. Komdan çıkıp ilçeye doğru yol aldım. Eve geldiğimde çok ama çok yorgun olduğumu hissettim. Ancak değmişti bu yorgunluğa. Kim bilir belki bir daha bu denli gezip dolaşmak için zamanım olmayacaktı.
 
             Bir dahaki sefere Baş köy ve Hamurpert gölünü dolaşmaya karar verip hemen uyudum.
 
           

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 4 Yorum
  • ahmet güzelbaba
    11 yıl önce
    Değerli kardeşim biliyorsun kıskanç biriyim hınıs ı o kadar güzel kaleme almışsınki dayanamadım kalmine yüreğine sağlık kahveden çıkmıyorum aksilik olur seninle karşılaşırsam en iyisi çıkmamak
  • Mahmut ABİŞ
    11 yıl önce
    Sevgili dostum sahibi olduğun kahvehanenin dışına çıkarsan biraz bu güzellikleri sende görebilirsin sanırım.Birde insan nasıl bakarsa öyle görürmüş.Senin bakış açınla bakamamışım ben:)
  • ahmet güzelbaba
    11 yıl önce
    sevgili mahmut yazını okudum hiçde gerçekçi bulmadım şu an hınıs ta yaşıyorum evet anlatığın mahalleler var şahin tepesi gurgure vs bunlarda var ama ballandıra ballandıra anlatmışsıngüzel taraflarını arıyorumda neden ben göremiyorum hayret ne istiyorsun insanlardan gidenler kurtulmuş milleti toplayacaksın buraya haliyle inşaatlar başlayacak betonlaşma olacak hava kirliliği vs.hemşerilerime sesleniyorum aldanmayın o kadar da güzel değil ağzınızın suyu akmasın boşuna kışı çekilmez 11 ay kış 1 ay yaz derelerde eski gibi değil yok yok su yoksusuz dere olurmu hınısın derelerinde su akmıyor inanmayın.....?
  • BURHAN KAYA
    11 yıl önce
    Değerli dostum; yazını okurken sanki 2007 yılında ulu camı ve civarlarda kalenin civarlarından oturan genç bir delikanlı ile çekimler yaparken senin yaşadıklarının aynısını da ben de yaşadım. şunu gördüm Hınıs kanyonu ile, turistik camisi ile yerleşim olarak kültür mozaiği geniş olan çok değerli bir ilçemiz. Bu farklılığı yaratan saydıklarımın dışından bir çok güzel değerleri de içinden barındıran Hınıs her nedense bir türlü kendine gelemedi. Bunun nedenlerin arasında çok sebepler vardır bunu bilakis sen benden çok iyi biliyorsun.İnşallah bu güzel ilçemize çok kıymet veren bir hizmet insanı gelir ve istediklerimizi bize verir. Burada en önemli olan yöneticiden ziyade haklımızdır.Halkımız bu konuda ne kadar duyarlı onuda biz halk olarak kendi kendimize soralım... Yüreğine sağlık