BOYACI ÇOCUKLAR
Toplumun büyük bir çoğunluğunun yoksulluk sınırında veya bu sınırın altında olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Milli hâsıladan kişi başına düşen gelirin düşük rakamlarda olması insanların geçimini sağlaması için çeşitli işlerde çalışmaya itiyor.
Tabi durum böyle olunca ailede evin reisinin çalışması yetemeyebiliyor. Okul çağına gelmiş çocukların, çocukluğunu doyasıya yaşayamadan iş hayatına atılması kaçınılmaz oluyor. Okulların tatil olmasıyla beraber ilçemizde omuzlarında taşıyamayacakları ağırlıkta boya sandıklarıyla kahvehaneleri dolaşarak “abı boyayayım mı?” ” parlamazsa bedava!” söylemleriyle dolaşıp duran çocukları görüyoruz. Özellikle Cuma günleri camii girişinde gelenleri karşılayıp ayakkabılarını boyamak için birbiriyle yarışıyorlar. Giyindikleri yamalı pantolonları, kol ve yakaları yıpranmadan dolayı düğme tutmaz bir halde ve çoğu kez ayaklarında büyük ayakkabılarla Hınıs caddelerinde görebiliyoruz onları.
Kışın sert soğuğunda üzerlerindeki ince elbiselerle titreyerek dolaşmalarını görünce gerçekten yüreği sızlıyor insanın. Kendi çocuğumuzu onların yerine hiç koymayıp, birde aşağıladığımız da oluyor onları.
Onlar toplumda ezilmişlik hissini yürekten yaşayan genç ekonomistler. Onlar toplumun kardelenleri. Ellerine sinmiş boya ve cila kokularıyla durmadan koşuşturan genç yürekler. Akşama kadar biriktirdiklerini yetmese de babalarına bakkala manava vermesi için verdiklerinde en azından benden bu kadar diyebilecek olgunluğa ulaşmış genç yürekler.
Çoğu kez bu çocuklardan rahatsız olduğumuzda oluyor. Biri giderken hemen akabinde bir başka çocuk aynı soruyu soruyor "abi boyayayım mı"? İster istemez bir tepki verebiliyoruz. Onun kazancını arttırmak için çabaladığını unutup, tersleyip uzaklaştırmaya çalışıyoruz.
Okul çağındaki bu çocukların bu yaşında okulun vermiş olduğu yorgunluğu atabilmeleri için dinlenmeleri, eğlenmeleri gerekirken aile bütçelerine katkı yapmak için çalışmak zorunda kalmaları vicdanları zorlayıcı bir durum olarak karşımıza çıkıyor.
Bu anlamda suçlu aramaya kalksak bulamıyoruz. Hayat şartlarının zorluğu nedeniyle çocuğunu o dönemde okulundan alıkoyan velisi mi suçlu? Yâda veliyi gözünden sakınmadığı çocuğunu çalıştırmak zorunda bırakanlar mı? Elleri kir içerisinde yorgun bir şekilde eve gelen çocuğunu yüreği sızlayarak karşılayan anneye, o anda ki psikolojisini yaşatan kimler. Yâda bu kişiler bu sorunlara çözümler üretmek için ne tür çabalar sarf ediyorlar. Sorulması gereken onca soru var ki…
Çocukların bu yaşlarında yaşıtları karşısında fakirlik psikolojisini yaşamaları, maddi durumu iyi olan arkadaşlarına karşı mahcubiyet hissini yaşayıp, yarınlara umutsuzca bakmalarını sağlayanlar; ülkenin geleceğinde etkin rol oynayacak bu çocukları sahiplenmelidirler.
Elbette ki işsizlik sadece ilçemizin sorunu değil. İşsizlik toplumsal bir sorunumuz. Ancak bu sorunun sonucunda çocukların mağdur olmaması gerekir.Çünkü bu çocukların en büyük görevi kişiliğinin olgunlaşacağı umutlarının temelinin atılacağı bu yaşta okumaktır. Eğitimsiz kalmış ve yaşıtlarından uzak bir ortama büyüyen bu çocukların, ilerisi için topluma fayda getirmesini beklemek hayalcilik olur.