Ortak hayat; demokrasi ve hukuk (1)
İnsanların belli durumlara tepki gösterme alışkanlıklarındaki tarzla ilgili kimi kurallar üstüne düşünürken; sosyolojik gerçeğimizin her seferde şaşmaz biçimde kendi varlık nedenini ortaya koyduğunu ve kendisine bir tür “ters takla” attırmak isteyen yöntemleri elinin tersi ile ittiğini görüyoruz. Kısa vadeli başarıların, uzun erimli kurumsallaşmaya dönüşmemesinin nedeni de budur. Çünkü sosyolojik gerçeğimizin ana karakteri, “Müslüman çoğunluğun” demokratlaşma talebidir. Muhafazakâr, mütedeyyin, sağ, milliyetçi, liberal demokrat kesimlerden oluşan bu çoğunluk, genel siyasi çatıyı partilerin birleşme ya da ittifakı olarak değil, bizzatihi demokratik hayatın kurumsallaştırılması olarak görüyor ve öyle algılıyor.
Demokrat Parti, Adalet Partisi, Anavatan Partisi ve Doğru Yol Partisi bu gerçeği ıskaladıkları için tarih sahnesinde onlara tanınan büyük şansı kullanamadan silinip gittiler. Bu üç parti de demokrasiyi kurumsallaştırma yerine ittifak arayışı içine girerek iktidar olma ömürlerini uzatmayı denediler. Aşı tutmadı; çünkü aşı hem gerçekçi değildi, hem de hileliydi. Bu amacı gerçekleştirebilmek için iki yöntem uygulanıyordu. Birincisi, iktidarı paylaşma, milletvekilliği ve devlet kadrolarında kontenjan ayrılması. İkincisi, ittifak içinde yer alan partilerin ideolojik, politik söyleminin iktidar söylemi olarak kullanılması.
Sağ-sol, muhafazakâr-mütedeyyin-milliyetçi kutuplaşmasını büyük ittifak çatısı altında toplamak, hiç gerçekçi değildir; çünkü bu büyük kutuplaşmayı taşıyacak siyasi parti yoktur. Bu büyük kutuplaşmanın tek gerçekçi “çatısı” kurumsallaştırılmış bir demokratik düzendir. Zaten demokrasiye herkesi kucaklayıp ve yine herkese bu çatı altında meşru bir yer garantilediği için demokrasiden vazgeçmiyoruz.
Demokrasiyi kurumsallaştırmak yerine, iktidar erkini elinde tutma telaşı olarak ifade edebileceğimiz her koalisyon matematiği, toplumun sosyolojisi tarafından eritilir. Çünkü, toplumun tek beklentisi kurumsallaştırılmış bir demokraside siyaset yapma imkanıdır. Değerli olan budur.
Güçlü ve tek başına iktidar döneminin sonuna gelindiğini gösteren en büyük gösterge her zaman ittifak arayışı olmuştur. Bu kara bulutların beraberinde yağmuru getirdiği kadar hakiki bir göstergedir.
Siyasetin, çatışma ve kutuplaşmadan medet umduğu zaman dilimleri, aynı zamanda ve aynı anlamda siyasetin, demokrasiye ve hukuka yabancılaştığı siyasi süreçleri anlatır. Çünkü demokrasi ve hukuk, herkesin ve her kesimin ortak paydasını ortak hayata dönüştürme eğilimi gösterirken, çatışma ve kutuplaşma ortak hayatın şah damarını keserek, ortak yaşam hayalini bölerek, onu siyaseten etkisizleştirir. Demokrasi ve hukuk özgür irade için ve özgür iradeyi temsilen ortak kurumlar yaratırken, çatışma ve kutuplaşma, bir tür “uzmanlık alanı” edasıyla toplumu bölerek, onu uzlaşmaz kompartmanlara ayırır.
Bölünme ya da ortak yaşam hayali, bir döngü olarak, aslında Türkiye siyasi tarihini özetleyen iki kıymetli kavramdır. Hatta denilebilir ki, Türkiye siyasi hayatı, bir fay hattı gibi hep bu kulvarda varlık aramış ve sonuç itibarıyla ne tam bir demokrasiye geçiş yapabilmiştir, ne de kelimenin tam anlamıyla hukukun üstünlüğüne fırsat tanımıştır. Aslında demokrasi ve hukuk arayışımızın ana hikayesi de bundan ibarettir. Her dönemde demokrasi talebine ve hukukun vazgeçilmezliğine vurgu yapılmasının bir nedeni de budur.
AK Parti siyaset sahnesine çıktığı 2002 yılında, toplumun ezici çoğunluğuna demokrasi vaat ediyordu. Demokrasiyi kurumsallaştırmak için, askeri vesayetin oligarşik egemenliğini kırmak gerekiyordu ve AK Parti bütün gücüyle bu iktidar ve demokrasi gaspına son vermek için, demokratik değerleri bir bayrak gibi sallıyordu. Bu çok doğru bir siyasi hattı. Hepimiz bu mücadele pratiğinden etkilendik. Hepimiz kendi gücümüz oranında herhangi bir davet beklemeden bu mücadeleye katıldık, katkı sağladık. Çünkü Türkiye 70 yıllık askeri vesayetin prangalarından kurtuluyor olacaktı. Askerin gölgesi ve iktidarı olmaksınız gerçek bir demokrasi yeniden inşa edilecekti. Büyük Müslüman çoğunluk özlediği demokratik devlet düzenine kavuşacak ve siyaset bütünüyle demokratik değerler etrafında yeniden gerçek işlevine kavuşacaktı. Umutlar büyüdükçe büyümüştü. Çözüm iradesi ise kararlıca süreçlere müdahale ediyordu.
Evrensel değerlerde bir ‘’Müslüman demokrasi modelini’’ dünyaya armağan etmek için kollar sıvanmış ve bu süreç 2015 yılına kadar da başarıyla yönetilmişti. Kişisel olarak da benim açımdan da her şey ilke bakımından sorunsuz ilerliyordu.
AK Parti bir taraftan Müslüman çoğunluğa uygun bir demokratikleşme modelini hayata geçirirken, öte taraftan da ilk kez olarak Kürt sorunu ile yüzleşme ve bu soruna devlet katında çözüm bulma arayışını önüne koyuyordu. Bunlar cumhuriyet tarihinde bugüne değin görülmemiş büyüklükte, büyük reform hamleleriydi. Hiçbir cumhuriyet hükümetinin, cesaret edemediği şeyi, AK Parti devlet siyaseti haline getiriyordu.
2015 yılında bu süreç durdu. Ya da zorunlu nedenlerden ötürü durduruldu. Ama nedeni ne olursa olsun 2015 yılından sonra siyaset ve demokratikleşme süreçleri de rayından çıktı. Savruldu. Ne 7 Haziran seçimleri deva olabildi, ne 1 Kasım seçimleri. 16 Nisan’da yapılan referandum ise bir bütün olarak siyasetin rehin alınmasına vesile oldu. (Devam edeceğim...)